Esperanto ve Ortak Dil

    Görsel

           Esperanto Dünyanın en çok konuşulan yapay dili kendisi göz doktoru olan  Ludwik Lejzer Zamenhof tarafından  1887 yılında oluşturulmuş ve dünyayaya tanıtılmış bir dildir.Grammer yapısı açısından kolay olarak görülebilir fakat kendine göre zorlukları var.İngilizcede ve diğer tüm dillerde olduğu gibi cümle kurulumu bir düzen içinde işlemez benim dikkatimi çeken en önemli yönü budur Esperantoda cümle kurulurken nesne yüklem özne yer değiştirebilir herkez istediği gibi cümle öğelerini kullanır.Bu açıdan diğer dillere göre hoş bir özelliği olduğunu düşünüyorum.

      Daha çok avrupai özellikle kuzey avrupa dillerinin karışımı olduğu görülür.Zaten esperanto sözcüğü Fransızca daki umut etmek sözcüğünden gelir.Fransızlar salut derken esperanto dilinde siz saluton dersiniz.Ayrıca kuzey avrupa dilleri ve özellikle ispanyolca etkiside göze çarpar.Esperantonun en iyi özelliği dünyanın diğer ucundaki insanlarınlarla ortak bir dili konuşarak aynı paydada insanları buluşturmasıdır.İngilizce kadar yaygın olmasada hızla yayılan bir dildir.İngilizce ne kadar dünya dili olarak görülsede sonuçta bir ırk ın bir milletin dili dir esperanto ise karma yapısıyla sizi İngilizce tahakkümünden kurtarabilir fakat çok yaygın olmaması Esperantonun İngilizceyi geçme ihtimalini bir ütopya haline dönüştürmekten öteye götürmez insanı.Esperantoyu öğrenmek isteyenler için lernu adlı site mevcuttur herkez bu dili bu siteden rahatça öğrenebilir aynı zamanda kurso de esperanto programını google den taratıp indirebilirsiniz bu programı tavsi ederim lernu adlı siteden daha iyi.Bu dilin çıktı yer polonya olduğundan genelde konuşanlar o bölgede yoğunlaşır.

        Her ne kadar fazla yaygın olmasada öğrenimi kolay olan bu dille birçok insanla konuşabilir onların kültürünü tanıyabilir dünyanın öbür ucundaki  bir insanın ne düşündüğünü öğreneblirsiniz.meraklılarına başarılı çalışmalar dilerim

 

Admin

      

Türklerde Matbaa Ve Matbaanın Mucidi Uygurlar

Matbaa ve matbaacılığın tarihçesi çok eskilere uzanır.Matbaacılığın kurucusu Gutenberg sayılsada aslında matbaacılığın kurucu Gutenberg değildir.Matbaacılığın kökeni tamaen Orta Asya Türk coğrafyasına dayanmaktadır.Uygurlar döneminde matbaanın geliştiğini ve bizzat Uygur Türkleri tarafından kullanıldığını biliyoruz.Bize bu önemli bilgi ise Uygur şehirleri olan Hoten Beşbalık Karahaço ve Yarkentte yapılan araştırmalar vermektedir.Bu şehirlerdeyapılan kazılar sonucu Müteharrik harflerden oluşan sert ağaçtan yapılmış harfler bulunmuştur.Yine Tung-Huang mağarasında ki bu mağaralar Bin Buda mağaraları olarak bilinir bu mağaradada Uygurlara ait budist eserlerin yanı sıra sert ağaçtan yapılmış harfler ve testereler bulunmuştur.

Uygur Türkleri matbaa alanında müteharrik harf sistemini kullanırken Çinliler ise baskı yöntemini kullanıyorlardı.Baskı sistemi daha zor daha kullanışsız bir sistem idi.Matbaa Avrupaya Orta Asya üzerinden gitmiştir Marco Polo Çin seyehatinde ağaç blokla baskı yöntemini görmüştür.Avrupada ise bu 14. yy.da parşomenden kağıda geçişte kullanılmıştır.

Image

Osmanlı topraklarında ise matbaa ilk olarak İspanyadan Osmanlıya gelen İspanyol Hristiyan zulmünden kaçan Yahudiler tarafından getirilmiştir.İlk Türk matbaasının kurulduğu dçnem lale devridir kurucusu ise İbrahim Müteferrikadır.Fakat matbaa Osmanlı devletin de çok fazla yayılamamıştır çünkü Osmanlı devletin de hattalar kitapları el ile yazıyorlardı ve sayıları oldukça fazla idi bu sebeble Osmanlı ilmi kesimi matbaaya ihtiyaç duymuyordu ayrıca devlet matbaa yaygınlaşırsa işsiz kalacak koca bit hattata nasıl nerede iş verecekti buda ayrı bir sıkıntı idi.Kısacası Matbaa tamamen Uygur Türklerine ait bir keşiftir Uygurlardan Çinlilere onlardanda Avrupaya yayılmıştır.

Image

Lale Devrinde Osmanlı Devletinin ilk matbaasını kuaran İbrahim Müteferrikanın Temsili resmi.

Nizamülmülk (1019-1096)

      1019 yılında İranın doğusunda bulunan Tus şehrinde doğdu.Asıl adı Hasandır.Hasan doğduktan kısa bir süre sonra annesini kaybetmiş kendisini babası yetiştirmiştir.11 yaşında hafız olmuştur.Halep İsfahan ve Bağdat gibi dönemin ilim merkezi sayılan şehirlerde yaşadığı çağın önemli bilginleri sayılan bilginlerden eğitim aldı.Dini konuların yanı sıra edebiyat ve fen alanlarında ilerledi.Genç yaşta meşhur alimlerin ilim sohbetlerine katılma fırsatı bulan Hasan keskin zekası ahlakı güzel ve etkili konuşması ile kısa sürede herkezin takdirini kazandı.Devlet hizmetindeki hayatı babası ile beraber Gazne Devletinin Horasan valisi Ebul Fazıl Es-Surinin hizmetinde bulunmakla başladı1040 yılındaki Dandanakan savaşından bir süre sonra Melik Alparslanın Belh valisi Ali bin Şadan ın maiyetine girerek vilayet işlerinin  yürütülmesiyle vazifelendirildi.

      Selçuklu sultanı Tuğrul beyin vefatı ile Alparslan ve kardeşi Süleyman bey arasındaki taht mücadelesinde yerinde görüş ve tedbirleriyle dikkatleri çekti ve 1063 yılında Alparslanın yanında hizmete başladı.Alparslan sultan olunca 1064 yılında Selçuklu devletine vezir tayin edildi.Ve ölümüne kadar Büyük Selçuklu Devletinin vezirliğini yaptı.Karşılaşılan problemlere sunduğu çözüm yolları  farklı bakış açısı fikir ve önerileriyle sıradan bir devlet adamı olmadığını gösterdi.Keskin zekası erdemli ve adaletli kişiliğiyle kısa sürede saygın bir devlet adamı oldu.Devlet yönetiminde üst makama vezirliğe yükseldi ve daha sonra kendisine geniş yetkiler verildiSultan tarafından duyulan güveni boşa çıkarmayan ünlü vezir ülkede düzen rahat ve huzurun temin edilmesi için çalıştı.

Okumaya devam et

Alaaddin Keykubat dönemi Ermeni Ve Haçlılar Meselesi 1225

Alaaddin Keykubat Rumlarca Kolonoros adı verilen yeri fetettikten sonra alaaddin anlamında alaiya yani bugünkü alanya adı verilen şehri alınca yönünü doğuya döndü.Türkiye selçuklu Sultanı güneydeki Türkiye Suriye arasındaki ticari kervan yolunun güvenliğini sağlamak istiyordu bu bölgeler ise Ermenilerin elinde bulunuyordu.Ermeniler sınırlarını Toroslara kadar genişletmiş bulunuyorlardı.Ayrıca Ermeni Kralı 2. Leon ölmüş yerine kızı isabella geçmişti.İsabella Haçlılar ile ittifak yapmak için Antakya prensi Bohemondun oğlu phillppe ile evlenmişti Ermeni halkı ve yöneticileri ise bu durumdan rahatsızdı çünkü haçlılar bu yolla Ermenileri katolikleştirmeye çalışıyorlardı.Bunn üzerine Ermeniler Bohemondun oğlu phillppeyi öldürdüler.

Alaaddin Keykubat Türkiye suriye arasında ilerleyen ticaret yolunun güvenliğini sağlamak ve Ermeni yayılmacılığını durdurmak amacıyla Ermeniler üzerine yürüdü.Yanında mübarizeddin Çavlı emir Kommenos ve Mavrezemosda bulunuyordu bu kuvvetler kuzeyden saldıaracaktı Antalya emiri Ertokuşda Kıbrıs haçlılarından Ermenilere gelecek bir yardımı engellemek amacıyla Antalya üzereinden ilerleyecekti.Ertokuş Antalya üzerinden ilerleyerek Kıbrıs Haçlılarını mağlub etti ve Manavgat ve Anamuru elegeçirdi.Kuzeyden Ermeni topraklarına giren Mübarizeddin Çavlı ise Silifkeyi ele geçirdi ve ardından Türkiye Selçukluları açısından önemli bir Liman şehri olacak olan İç-il i yani İçel ili ele geçirdi.

Haleb emiri şahabettin Tuğrulda Antakya Prensi Bohemondu mağlub edince Ermenilerin haçlılardan alabileceği yardımların önü kesilmiş oluyordu.Ermeniler Haçlılardan yardım alamayınca barış istemek zorunda kaldılar.Ermenilar ve Türkiye Seçukluları arasında yapılan barış antlaşmasına göre T.Selçuklularının fethettiği bölgelerin önemli bir kısmı Selçuklularda kalacak Ermeniler ihtiyaç olduğu takdirde Türkiye Selçuklu hükümdarına 1000 asker ve 500 çarkçı gönderecek İzzettin Keykavus zamanında yapılan antlaşmanın iki katı vergi ödeyeceklerdi.

Image

Moğollara Karşı Alaaddin Keykubat döneminde Kaleleri güçlendirme çalışmaları

Telhis Nedir?Telhis Hakkında

        Telhisler sadrazam tarafından padişaha sunulan arzlar dır ayrıca Osmanlı devletinde alt kademedeki memurların üst kademedeki görevliye yazdığı yazılara verilen ad dır.Telhisler kendi içlrinde bir kaç kısıma ayrılılar bunların birincisi beyaz üzerine telhislerdir.

         Divanı Humayunda Padişaha sözlü arzda bulunulurken sunulacak konu için Telhis tezkiresi hazırlanırdı Divan toplantısından önce telhis kesesi reisülküttab tarafından sadrazamın yanına bırakılırdı.Arza girildiğinde bunlar okunmak suretiyle padişaha sunulurdu.Padişahın emri ise şifahi olarak alınır ve uygun bulunanlar ayrılarakomuamaeleye konulurdu.Fakat 16. asrın sonlarından itibaren Telhisler yazılı olarak padişaha verilip onun iradeside yazılı plarak alınmaya başlandı.Divanı Humayun toplantılarının 16. yüzyıldan itibaren azalmasıyla birlikte telhislerin sayısı ve önemi arttı paşa kapısında bizzat reisülküttab tarafından hazırlanan telhisler telhis kesesi denilen bir keseye konularak mühürlenip telhisci adıyla anılan bir vazifeli ile saraya gönderilmeye başlandı.Sadrazamın seferde bulunduğu sıradasunduğu telhisler ise doğrudan padişaha değil saderet kaymakamına gönderilir ve onun tarafından padişaha sunulur cevabıda aynı kanalla yollanırdı.

Takrir. Arz .Arzuhal vs .üzerine Telhisler

       Sadrazam Padişaha arz ettiği meseleleri bazen beyaz bir kağıda değil kendisine alt makamdan sunulan bir arz arzuhan .takrir.kaime veya şukka gibi bir belge üzerine telhis ederdi. Bu tip belgelerde kağıdın alt yarısında arz veya  benzeri yazı üst yarısında ise sadrazamın telhisi yer alırdı.

       16.yüzyılada arz üzerine yapılan telhisler yatay istikamette ve siyah mürekkeble yazılırken daha sonraki devirlerde esas belgenin yazısının sol tarafına sağ alttan sol üstte doğru çapraz bir şekilde yazılmaya başlanmış bu boşluğun kafi gelmemesi halinde bir işaret konularak yazının bitiminde bu kez sağ üst sol alt  istikamette olmak üzere devam edilmiştir .amaürekkeb olarak ise siyah mürekkeb yanında bazı telhislerde kırmızı mürekkeb de kullanılmıştır.

Anadolunun İslamlaştırılmasına Dair

Her ne kadar 1071’le Anadolu’nun kapısı Türklere sonuna değin açılmış ve atalarımız dalga dalga Anadolu’ya girmiş ve yurt edinmişlerse de, aslında Anadolu 1071’den önce insanımızla kucaklaşmış ve bağrını açmıştı. Bu topraklara öncü kuvvetler küçük birlikler halinde gelmişler, belde belde, bucak bucak yayılmışlar; anlatmışlar, yer edinmişler ve mesken tutmaya başlamışlardı.

Biliriz ki, ulu kişiler destanlarla büyür halkın yüreğinde hep. Efsanevi menkibelerle süslenir hayatları. Abdulvahab-ı Gazi hazretlerinin hayatı da böyle. Nice menkıbeler anlatılmakta, nice rivayetler bulunmakta hakkında. Doğum yeri bilinmeyen ama ömrünün büyük kısmını Anadolu’da geçirdiği ve Sivas’ta şehit düştüğü noktasında birleşilen Abdulvahab-ı Gazi’nin hayatını Emevilerle Bizanslılar arasında meydana gelen savaşlarda adı ön plana çıkan Battal Gazi’nin menkıbelerini anlatan Battalnameler’den ve Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nden ve Şemseddin Sivasi’nin teşvikiyle Şair Suzi tarafından yazılan 89 beyitlik manzum eserden ve Hüseyin Hüsamettin’in Amasya Tarihi isimli kitaplardan öğrenmekteyiz. Bu eserlerdeki ortak noktalarından haraket ederek hayatı hakkında bilgiler edinmekteyiz.

Bugün halk arasında yaygın şekilde, Abdulvahab-ı Gazi’nin Peygamberimizin ashabı olduğu ve sancaktarlığını yaptığına inanılmaktadır. Anlatılan olaylar zaman açısından irdelendiğinde, Abdulvahab Gazi’nin peygamberimizin ashabı olmasından daha çok tabiin olması kuvvetle muhtemeldir. Ne var ki, ister ashabtan olsun isterse tabiinden, Abdulvahab-ı Gazi’nin anadolunun içlerinde islamın sancaktarlığını yaptığı, çeşitli mücadelelere girdiği ve bu uğurda şehit olduğu bir bilinen gerçektir. Ve önemli olanda zaten yaptığı bu mücadelerden dolayı halk onu muhayyelesinde güçlü bir kahraman, yüreğinde saygıyla anılan bir şahsiyet olarak hep yüceltmiştir.

Okumaya devam et